3 Mart 2014

Kilimanjaro-Tırmanış başlıyor


Uzun bir aradan sonra yine yollara düşme vakti geldi. Kara Afrika’nın çatısına yolculuk 9 Şubat’ta otobüse adım atmam ile başladı. Daha ilk saatlerde çoktan unuttuğum gündüz otobüs yolculuğunun ne denli zor olduğunu bir kez daha hatırladım. Altı saatlik yolculuğun ardından otuz kiloya yakın yüklerimle metro taksi derken havalimanına ulaştım. Kardeşim kadar sevdiğim Kutay ile buluşup her zaman ki toplanma noktasında diğer ekip üyelerini beklemeye başladık. Tanışma chek in derken saatler akşam yediyi gösterdiğinde artık bizi Kilimanjaro’ya götürecek uçağımızdaydık. Güler yüzlü THY ekibinin ikramları, ön koltukta oturan yaşlı bir almanın rahatsızlığı derken saatler gece yarısı üçü gösterirken Kilimanjaro havalimanına iniş yaptık. Vize işlemlerinin ardından bizi bekleyen araç ile otelimize vardığımızda ilk sürpriz bizi bekliyordu. Bir iletişim hatası yüzünden bir odamız başka bir misafire verilmişti. Bir saate yakın koşuşturmanın ardından odalar ayarlandı. On sekiz saatlik bir yolculuğun ardından yatağa girmenin mutluluğu ile hemen uykuya dalıverdim.



Sabah çatıdan gelen sesler ile uyandığımda bambaşka bir yerde olduğumu hemen anlamıştım. Akşam yorgunluğa sarsıntılı geçen araç yolculuğu da eklenince nereye geldiğimizi pek anlayamamıştık. Yağmur ormanlarının arasında tropik meyvelerin ve de kahve bahçelerinin içinde nehir kıyısında cennetten kalma bir yerdeydik. Çatıdan gelen seslerin ne olduğunu da bahçeye çıkıp şöyle bir tur attığımda anladım. Etrafta onlarca maymun küçük ceylanlar dolaşmaktaydı.

Yurt dışına gidelerin en büyük sorunlarından birisi de gittikleri ülkenin mutfağıdır. Avrupa mutfağını ve de Uzakdoğu-Çin mutfağını az çok bildiğimden ve de o bölgelerde genelde aç kaldığımdan beni en şaşırtan şey Tanzanya da hemen her şeyi yiyebilmem oldu. Aslında sabah kahvaltısında anlarsınız sizi nelerin beklediğini. Tabi ki benim gibi kahveyi seven birisi için kahve bahçesinde kahve yudumlamak inanılmaz bir keyif oldu.



İlk günümüz otelde (Aruvera River Lodge) dinlenmek, tırmanış malzemelerinin kontrolü ve de ekip arkadaşlarımızla kaynaşmak ile geçti diyebilirim. Ekip liderimiz ülkemizin en iyi dağcılarından Mustafa Kalaycı. Bu dağa yedi defa çıkmış dünyada bir çok bölgeye ekspedisyon düzenlemiş deneyimli bir dağcı. Liderimizin böylesine tecrübeli biri olması sebebi ile kontrolü daha ilk günden ona teslim etmemize neden oluyor. Yemek, sohbet uyku ve de etrafı kolaçan etmekle geçen güzel bir günün ardından erkenden odalarımıza çekiliyoruz. Artık Afrika’nın çatısına çıkmaya hazırız.



Sabah saat dokuzda yerel ekibimiz bizi almaya geldi. Frak ve otuz adamı bize bu ekspedisyonda lojistik destek ve rehberlik yapacak. Otuz yaşında olduğunu tahmin ettiğim eski bir Toyota minibüs ile yola koyuluyoruz. Yolda verdiğimiz kısa bir molada Almanya’da yaşayan bir Türk ile karşılaşıyoruz. Saatler bire yaklaşırken Machame rotasının giriş kapısındayız. Kayıt yaptırıp beklemeye koyuluyoruz. Kapıda yüzlerce dağcı ve de yerel ekip koşuşturup duruyor. Bir saatin ardından Mustafa’nın Afrika insanının yavaşlığı konusundaki uyarılarının ne kadarda haklı olduğunu anlıyoruz. Burada her şey bizdekinden çok daha yavaş akıyor. Bizim pek alışkın olmadığımız bir şey olsa da yavaş olmanın pekte kötü bir şey olmadığını anlıyorum. Neyse ki saatler öğleden sonra iki bucuğu gösterdiğinde tırmanış başlıyor.





Artık dağın iklimine adım atıyoruz. Yağmur ormanlarının içine açılmış yürüyüş yolunda ilerlemeye başlıyoruz. Ortam hakikaten inanılmaz keyifli ve de büyüleyici. Zaman zaman maymunların tepemizde ki ağaçlarda koşuşturmalarını izliyor zaman zaman kuş seslerini dinlemek için yürüyüşe ara veriyoruz. İşte o zaman daha iyi anlıyoruz Kilimanjaro’ya her yıl binlerce insanın neden geldiğini.