14 Mart 2014

Machame ve Shira Kampı

Machame kampına vardığımızda hava kararmıştı. Kamp defterini imzalayıp, yorgun kaslarımızı dinlendirmek için rahatlama hareketinin ardından çadırlarımıza yöneldik. Ekip çoktan kampı kurmuş bizi beklemekteydi. Mutfak çadırına girdiğimde gözlerime inanamadım desem yalan olmaz. Büyükçe bir masanın etrafına dizilmiş koltuk-sandalyelerden birine oturup kafa lambamın ışığında masanın üzerindekilere göz attım. İki adet sıcak su dolu termos, kahve, sıcak çikolata, çay, peçeteler, çatal, bıçak, tabak bana üç bin metrede olduğumu unutturdu. Yürüyüş sırasında kaybettiğim sıvıyı alabilmek için üç bardak çay içtim. Havanın ayazını çoktan unutmuş ekip arkadaşlarımla sohbete dalmıştık yemek için hazırlık başladı. Çadırın fermuarı açılıp aşçımız içeri girdiğinde yok artık dediğimi hatırlıyorum. Aşçının beyaz önlüğüydü beni bu kadar şaşırtan. İlk önce çorba servisi yapıldı. Ardından balık kızartma, ekmek, tere yağ, pilav, ketçap geldi. Yüksek irtifada böyle bir sofrayı hayal bile etmemiştim desem yalan olmaz.



Tatlı ikramının ardından yarın ki proğram için Mustafa ve Frank kısa bir açıklamada bulundu. Artık yatma vakti gelmişti. Bizim için hazırlanan çadırlara girdiğimizde keyfimiz yerindeydi. Kutay ile aynı çadırı ilk defa paylaşacaktık. Artık dört metreyi geçmeyen bu küçücük alanda bir hafta birlikteydik. Hızlıca matları şişirip, üzerimizi değiştirdik. Uyku tulumlarımızın içine girdiğimizde sohbet vakti gelmişti. Kutay’ın neşesi, şakaları keyfime keyif katıyordu. Yorgun bedenlerimizi dinlendirmek için çok geçmeden uykuya dalıverdik. Uyandığımda yağmur yağıyordu. El yordamı ile saatime baktım sabaha karşı dörttü. Montumu, çoraplarımı, pantalonumu en zoruda botlarımı giyip dışarı çıktım. Gündelik hayatımızda çok kolay geliveren bazı eylemlerin dağda ne kadar da zor olduğunu anlatamam. Sıcak uyku tulumunun içinden tuvalete gitmek için çıkmak çadır hayatının en zorlu eylemlerinden birisi olduğunu yaşayanlar bilir.



Gün ağarırken dışarıdan sesler gelmeye başladı. Ekip kalkmış hazırlıklara başlamıştı. Saatler yediyi gösterdiğinde, sıcacık çaylarımızla gelen iki kişi kahvaltının hazır olduğunun haberini verdi. Hazırlanıp mutfak çadırına gittiğimde yüzümüzü yıkamamız için sıcak su dolu bir kova gördüğümden çok sevindim. Yine nefis bir masa bizi bekliyordu. Krep, yumurta, reçel, peynir, zeytin, avakado, ananas, çorba, çay, kahve, ekmekten oluşan harika bir masa bizi bekliyordu. (Peynir ve zeytini biz getirmiştik)



Öğle yemeği için hazırlanan kumanyaları aldık. Saatler sekiz buçuğu gösterdiğinde tırmanış başladı. Bu gün Machame kampından Shira kampına (3800) yedi sekiz kilometrelik bir yürüyüşümüz olacak. İlk etap orman içi oldukça dik bir parkur. Fakat ağaçlar bir gün öncesine göre bodur olduğundan artık etrafımızı görebiliyoruz. Ancak kilimanjaro’nun zirvesini hala göremedik. Derken saatler on bire doğru sis açılıyor ve zirve görünüyor. Bir gün öncesinden yağan kar dört bin beşyüzlere kadar inmiş. Molalar, öğle yemeği derken dört bin metrelere çıktığımızda saatler ikiyi gösteriyordu. Artık önümüzde yarım saatlik sadece inişten ibaret bir yolumuz kalmıştı. Shira kampına vardığımızda yükseklik, rüzgar bizi etkilemeye başlamıştı. Kamp defterini imzalayıp çadırlarımıza eşyalarımızı bıraktık. Mustafa herkes sıcak bir şeyler içsin diye sürekli uyarılarda bulunmasa ekibin yarısı uykuya çekilecekti. Ancak bu yükseklikte öğle uykusu intihar olacağından kimse buna çesaret edemiyor. Zor da olsa gidip bol sıvı almamız lazım. Mutfak çadırına girdiğim de bir gün önceye göre neşemizden eser yok. Baş ağrısı, soğuk, rüzgar tadımızı kaçırmış, yüksek irtifa kendini göstermeye başlamıştı. Birkaç bardak çayın ardından biraz da olsa kendimize geldik. Kutay çoktan çadıra gitti bende gidip tuluma girdim. Biraz dinlenmeyi hak etmiştik doğrusu. Mustafa tüm çadırları dolaşıp bizi kontrol etmeye başladı.



Hava kararmadan yeniden çadırda toplandık. Yemek yine nefisti ancak zorla yediğimizi belirtmeden edemeyeceğim. Yemeğin ardından termoslarımıza sıcak su alıp hemen çadıra çekildik. Rüzgar hızını daha da arttırdı. Hisedilen sıcaklık eksi onlarda. Kutay’ında başı ağrıyor. Artık sohbet nasılsın, iyi misin, çadıra bir şey olmasa bari, kalk bir bardak daha sıcak su iç gibi kısa kelimelerden ibaret.
Rüzgar sabaha kadar bir an olsun dinmedi. Tam uykuya dalıyorum ki yarım saat demeden uyanıyorum. Vücut oksijensiz ortama ayak uydurmakta çok zorlanıyor. Baş ağrım bir an olsun hafiflesin diye durmadan sıcak su tüketiyorum. Ancak ne yaparsak yapalım yüksekliğe uyum sağlamamız için bu geceyi atlatmak zorundayız. En can sıkan şey sık sık tuvalet ihtiyacı tabi öyle olunca da “yahu ne işim var benim burada” serzenişleri.