Machame
kampına vardığımızda hava kararmıştı. Kamp defterini
imzalayıp, yorgun kaslarımızı dinlendirmek için rahatlama
hareketinin ardından çadırlarımıza yöneldik. Ekip çoktan kampı
kurmuş bizi beklemekteydi. Mutfak çadırına girdiğimde gözlerime
inanamadım desem yalan olmaz. Büyükçe bir masanın etrafına
dizilmiş koltuk-sandalyelerden birine oturup kafa lambamın ışığında
masanın üzerindekilere göz attım. İki adet sıcak su dolu
termos, kahve, sıcak çikolata, çay, peçeteler, çatal, bıçak,
tabak bana üç bin metrede olduğumu unutturdu. Yürüyüş
sırasında kaybettiğim sıvıyı alabilmek için üç bardak çay
içtim. Havanın ayazını çoktan unutmuş ekip arkadaşlarımla
sohbete dalmıştık yemek için hazırlık başladı. Çadırın
fermuarı açılıp aşçımız içeri girdiğinde yok artık
dediğimi hatırlıyorum. Aşçının beyaz önlüğüydü beni bu
kadar şaşırtan. İlk önce çorba servisi yapıldı. Ardından
balık kızartma, ekmek, tere yağ, pilav, ketçap geldi. Yüksek
irtifada böyle bir sofrayı hayal bile etmemiştim desem yalan
olmaz.
Tatlı
ikramının ardından yarın ki proğram için Mustafa ve Frank kısa
bir açıklamada bulundu. Artık yatma vakti gelmişti. Bizim için
hazırlanan çadırlara girdiğimizde keyfimiz yerindeydi. Kutay ile
aynı çadırı ilk defa paylaşacaktık. Artık dört metreyi
geçmeyen bu küçücük alanda bir hafta birlikteydik. Hızlıca
matları şişirip, üzerimizi değiştirdik. Uyku tulumlarımızın
içine girdiğimizde sohbet vakti gelmişti. Kutay’ın neşesi,
şakaları keyfime keyif katıyordu. Yorgun bedenlerimizi
dinlendirmek için çok geçmeden uykuya dalıverdik. Uyandığımda
yağmur yağıyordu. El yordamı ile saatime baktım sabaha karşı
dörttü. Montumu, çoraplarımı, pantalonumu en zoruda botlarımı
giyip dışarı çıktım. Gündelik hayatımızda çok kolay
geliveren bazı eylemlerin dağda ne kadar da zor olduğunu
anlatamam. Sıcak uyku tulumunun içinden tuvalete gitmek için
çıkmak çadır hayatının en zorlu eylemlerinden birisi olduğunu
yaşayanlar bilir.
Gün
ağarırken dışarıdan sesler gelmeye başladı. Ekip kalkmış
hazırlıklara başlamıştı. Saatler yediyi gösterdiğinde,
sıcacık çaylarımızla gelen iki kişi kahvaltının hazır
olduğunun haberini verdi. Hazırlanıp mutfak çadırına gittiğimde
yüzümüzü yıkamamız için sıcak su dolu bir kova gördüğümden
çok sevindim. Yine nefis bir masa bizi bekliyordu. Krep, yumurta,
reçel, peynir, zeytin, avakado, ananas, çorba, çay, kahve,
ekmekten oluşan harika bir masa bizi bekliyordu. (Peynir ve zeytini
biz getirmiştik)
Öğle
yemeği için hazırlanan kumanyaları aldık. Saatler sekiz buçuğu
gösterdiğinde tırmanış başladı. Bu gün Machame kampından
Shira kampına (3800) yedi sekiz kilometrelik bir yürüyüşümüz
olacak. İlk etap orman içi oldukça dik bir parkur. Fakat ağaçlar
bir gün öncesine göre bodur olduğundan artık etrafımızı
görebiliyoruz. Ancak kilimanjaro’nun zirvesini hala göremedik.
Derken saatler on bire doğru sis açılıyor ve zirve görünüyor.
Bir gün öncesinden yağan kar dört bin beşyüzlere kadar inmiş.
Molalar, öğle yemeği derken dört bin metrelere çıktığımızda
saatler ikiyi gösteriyordu. Artık önümüzde yarım saatlik sadece
inişten ibaret bir yolumuz kalmıştı. Shira kampına vardığımızda
yükseklik, rüzgar bizi etkilemeye başlamıştı. Kamp defterini
imzalayıp çadırlarımıza eşyalarımızı bıraktık. Mustafa
herkes sıcak bir şeyler içsin diye sürekli uyarılarda bulunmasa
ekibin yarısı uykuya çekilecekti. Ancak bu yükseklikte öğle
uykusu intihar olacağından kimse buna çesaret edemiyor. Zor da
olsa gidip bol sıvı almamız lazım. Mutfak çadırına girdiğim
de bir gün önceye göre neşemizden eser yok. Baş ağrısı,
soğuk, rüzgar tadımızı kaçırmış, yüksek irtifa kendini
göstermeye başlamıştı. Birkaç bardak çayın ardından biraz da
olsa kendimize geldik. Kutay çoktan çadıra gitti bende gidip
tuluma girdim. Biraz dinlenmeyi hak etmiştik doğrusu. Mustafa tüm
çadırları dolaşıp bizi kontrol etmeye başladı.
Hava
kararmadan yeniden çadırda toplandık. Yemek yine nefisti ancak
zorla yediğimizi belirtmeden edemeyeceğim. Yemeğin ardından
termoslarımıza sıcak su alıp hemen çadıra çekildik. Rüzgar
hızını daha da arttırdı. Hisedilen sıcaklık eksi onlarda.
Kutay’ında başı ağrıyor. Artık sohbet nasılsın, iyi misin,
çadıra bir şey olmasa bari, kalk bir bardak daha sıcak su iç
gibi kısa kelimelerden ibaret.
Rüzgar
sabaha kadar bir an olsun dinmedi. Tam uykuya dalıyorum ki yarım
saat demeden uyanıyorum. Vücut oksijensiz ortama ayak uydurmakta
çok zorlanıyor. Baş ağrım bir an olsun hafiflesin diye durmadan
sıcak su tüketiyorum. Ancak ne yaparsak yapalım yüksekliğe uyum
sağlamamız için bu geceyi atlatmak zorundayız. En can sıkan şey
sık sık tuvalet ihtiyacı tabi öyle olunca da “yahu ne işim var
benim burada” serzenişleri.