28 Mart 2014

Kilimanjaro-Zirveye Doğru

Kilimanjaro’nun eteklerindeki beşinci günümüz. Artık yüksekliğe de kamp hayatına da alışmış durumdayız. Sanki dört binlerde değil de deniz seviyesindeyiz. Elektrik, telefon, internet, ev, araba kısaca şehir hayatını çoktan unuttuk. Yürüyüş, yemek, dinlenme, tuvalet derken bir bakıyoruz hava çoktan kararıvermiş.
Karanga kampının sabahında ilk işim ilk yardım çantasından su toplayan ayaklarım için ilaç almak oldu.  Mutfak çadırında kahvaltıyı beklerken dışarıdan sesler gelmeye başladı. Çadırdan çıktığımda ne göreyim; Frank ve Mustafa Kutay’ın başındaydı. Fotoğraf çekerken kolu omzundan çıkmış. Daha ishali geçmeden şimdi de bu. Neyse ki iğnenin ardından çıkan kolu yerine yerleştirdiler. Kutay artık tırmanışa tek kolu ile devam edecek, başka çaresi kalmadı.




Kahvaltının ardından yola çıkıyoruz. Bu gün çok kısa bir yolumuz var hedef Barafu kampı. Her zamanki gibi inişler, çıkışlar, mola derken saatler ikiyi göstermeden kamptayız. Kamp defterini imzalayıp çadırlarımıza gittiğimize bizi bir sürprizin beklediğini anlıyoruz. Yoğunluk yüzünden çadırların yarıya yakını düz bir zeminde değil. Pek hoş bir durum olmasa da öğle yemeğinin ardından çadırlara çekiliyoruz. Hava rüzgârın da etkisi ile oldukça soğuk. Ekip akşam yemeği için yeniden bir araya geldiğinde shira kampındaki gibi tatsız. Yükseklik, zirve gerginliği hepimizin yüzünden okunuyor. Mustafa her şeyin yolunda olduğunu söylese de yüzler pek gülmüyor. Yemeğin ardından saat yirmi üçte kalkmak üzere yeniden çadıra giriyoruz. Uyku zaten mümkün değil bir de çadırın düz olmaması çok berbat bir hal alıyor. Kutay kolu yüzünden oldukça kaygılı, dinlenmeye çalışıyoruz. Derken saat geliyor. Mustafa’nın söylediği gibi giyinip mutfak çadırına gidiyoruz. Arkadaşlar doğum günümü unutmamış. Kırkıncı yaşımı Kilimanjaro’nun sırtlarında, zirve yolculuğuna başlarken kutlamak benim için unutulmaz bir andı doğrusu.



Saatler yirmi dördü gösterdiğinde tırmanışa geçiyoruz. İlk etap kayalık ve oldukça sert, birkaç saatlik bir çabanın ardından volkanik kumların arasına çıktığımızda rahatlasa ta daha Stella Point dedikleri kraterin ağzına kadar çok uzun bir yolumuz var. Artık ağır ağır zirveye yaklaşıyoruz.

Beş bin dört yüz metrelere geldiğimizde birden kalbimde bir çarpıntı başladı. Ömründe kalbi ile hiç sorun yaşamamış biri olarak kaygılanmaya başlıyorum. Yarım saat kadar önemsemem de olmuyor. Mustafa ile kısa bir değerlendirmenin ardından dönmeye karar veriyorum. Zirveye beş altı yüz metre kala bu kararı almanın ne kadar zor bir şey olduğunu anlatmam. Ancak yapacak bir şey yok bu riski göze alamam. Bir yandan kalp çarpıntısı bir yanda geri dönmemin verdiği şaşkınlık beni oldukça yıpratıyor. Frak ile koşar adım çadıra geri dönüyorum.



Biz dönerken hava değişmeye başlamıştı ki çadıra girip üzerimi değiştirmeden kar başladı. Bir saat geçmeden yirmi santime yakın kar yağınca kaygılanmaya başlıyorum. Yukarıda birçok ekip var ve göz gözü görmüyor. Kutay’ın işi hepten zorlaştı. Saatler geçtikçe kaygılanmam daha da artıyor. Derken saat sekize doğru arkadaşlarım dağdan iniyor. Hemen hepsi berbat durumda, krater ağzının hemen altından geri dönmenin üzerine, fırtına oldukça yıpratmışa benziyor. Hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Birer bardak sıcak çayın ardından dinlenmeye çekiliyoruz.



Zeminin engebesi, kalp ritmim, kar yağışı, dağın bizi kabul etmemesi sinirlerimi iyice bozduğu için yerel bir rehber alıp hemen inişe geçiyorum. Bir saat daha burada kalmak istemiyorum. Hedefim 3000 metrede ki Millenium kampı. İki saat demeden soğuktan kurtuluyorum. Volkanik kayalar yerini bitki örtüsüne bıraktığında yüzüm gülmeye başlıyor. Rehberim ile çoktan (ismini çoktan unuttum) yarı İngilizce yarı “tarzanca” anlaşmaya başladık. Dağ başında bir birine bu kadar uzak insanların ne kadar kolay anlaşabildiklerini yaşayarak idrakine varmak dağların öğrettiklerinden diyebilirim. (Afrika insanını kültürünü ve de bende bıraktıklarını ayrı bir hafta değerlendirmek istediğimi belirtip tırmanışa geri dönelim.) 
Millenium kampına vardığımızda bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Hemen çadır içine girip dinlenmeye koyuldum. Artık çay keyfi yapmanın zamanı geldi doğrusu. Oksijen oranının, sıcaklığın artması vücudumda inanılmaz bir rahatlamaya yol açtı diyebilirim. Birkaç saatlik bir dinlenmenin ardından Kutay geliyor. Her ne kadar rahatlasak ta keyfimiz yok. Akşam yemeğinin ardından erkenden yatıyoruz. Kalp çarpıntım devam etse de umurumda değil.



Frank ve otuz adamı kahvaltının ardından uğurlama törenini için yerel dilde şarkılar söyleyip danslar ettiler. İnanılmaz bir deneyimdi. Ardından inişe geçiyoruz. Orman içinde kadar güzel bir parkur ki, her yıl yirmi bine yakın kişinin buralara neden geldiğini daha iyi anladım. Dört saatlik yürüyüşün ardından dağdan iniyoruz. Sıcaklık çoktan otuz derecenin üzerine çıktı. Kurt gibi açız. Frank Afrika insanının misafirperverliğini gösterip bize koyun kesmiş. Karınlarımızı tıka basa doyurup vedalaşmanın ardından yola koyuluyoruz. Artık tek ihtiyacımız otele gidip sıcak bir banyo yapmak.