Kilimanjaro’nun
eteklerindeki beşinci günümüz. Artık yüksekliğe de kamp hayatına da alışmış
durumdayız. Sanki dört binlerde değil de deniz seviyesindeyiz. Elektrik,
telefon, internet, ev, araba kısaca şehir hayatını çoktan unuttuk. Yürüyüş, yemek,
dinlenme, tuvalet derken bir bakıyoruz hava çoktan kararıvermiş.
Karanga
kampının sabahında ilk işim ilk yardım çantasından su toplayan ayaklarım için
ilaç almak oldu. Mutfak çadırında kahvaltıyı
beklerken dışarıdan sesler gelmeye başladı. Çadırdan çıktığımda ne göreyim; Frank
ve Mustafa Kutay’ın başındaydı. Fotoğraf çekerken kolu omzundan çıkmış. Daha ishali
geçmeden şimdi de bu. Neyse ki iğnenin ardından çıkan kolu yerine
yerleştirdiler. Kutay artık tırmanışa tek kolu ile devam edecek, başka çaresi
kalmadı.
Kahvaltının
ardından yola çıkıyoruz. Bu gün çok kısa bir yolumuz var hedef Barafu kampı. Her
zamanki gibi inişler, çıkışlar, mola derken saatler ikiyi göstermeden
kamptayız. Kamp defterini imzalayıp çadırlarımıza gittiğimize bizi bir sürprizin
beklediğini anlıyoruz. Yoğunluk yüzünden çadırların yarıya yakını düz bir
zeminde değil. Pek hoş bir durum olmasa da öğle yemeğinin ardından çadırlara
çekiliyoruz. Hava rüzgârın da etkisi ile oldukça soğuk. Ekip akşam yemeği için
yeniden bir araya geldiğinde shira kampındaki gibi tatsız. Yükseklik, zirve
gerginliği hepimizin yüzünden okunuyor. Mustafa her şeyin yolunda olduğunu
söylese de yüzler pek gülmüyor. Yemeğin ardından saat yirmi üçte kalkmak üzere
yeniden çadıra giriyoruz. Uyku zaten mümkün değil bir de çadırın düz olmaması
çok berbat bir hal alıyor. Kutay kolu yüzünden oldukça kaygılı, dinlenmeye
çalışıyoruz. Derken saat geliyor. Mustafa’nın söylediği gibi giyinip mutfak
çadırına gidiyoruz. Arkadaşlar doğum günümü unutmamış. Kırkıncı yaşımı
Kilimanjaro’nun sırtlarında, zirve yolculuğuna başlarken kutlamak benim için
unutulmaz bir andı doğrusu.
Saatler
yirmi dördü gösterdiğinde tırmanışa geçiyoruz. İlk etap kayalık ve oldukça
sert, birkaç saatlik bir çabanın ardından volkanik kumların arasına
çıktığımızda rahatlasa ta daha Stella Point dedikleri kraterin ağzına kadar çok
uzun bir yolumuz var. Artık ağır ağır zirveye yaklaşıyoruz.
Beş
bin dört yüz metrelere geldiğimizde birden kalbimde bir çarpıntı başladı.
Ömründe kalbi ile hiç sorun yaşamamış biri olarak kaygılanmaya başlıyorum.
Yarım saat kadar önemsemem de olmuyor. Mustafa ile kısa bir değerlendirmenin
ardından dönmeye karar veriyorum. Zirveye beş altı yüz metre kala bu kararı
almanın ne kadar zor bir şey olduğunu anlatmam. Ancak yapacak bir şey yok bu
riski göze alamam. Bir yandan kalp çarpıntısı bir yanda geri dönmemin verdiği
şaşkınlık beni oldukça yıpratıyor. Frak ile koşar adım çadıra geri dönüyorum.
Biz
dönerken hava değişmeye başlamıştı ki çadıra girip üzerimi değiştirmeden kar
başladı. Bir saat geçmeden yirmi santime yakın kar yağınca kaygılanmaya
başlıyorum. Yukarıda birçok ekip var ve göz gözü görmüyor. Kutay’ın işi hepten
zorlaştı. Saatler geçtikçe kaygılanmam daha da artıyor. Derken saat sekize
doğru arkadaşlarım dağdan iniyor. Hemen hepsi berbat durumda, krater ağzının
hemen altından geri dönmenin üzerine, fırtına oldukça yıpratmışa benziyor. Hiç
kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Birer bardak sıcak çayın ardından dinlenmeye
çekiliyoruz.
Zeminin
engebesi, kalp ritmim, kar yağışı, dağın bizi kabul etmemesi sinirlerimi iyice bozduğu
için yerel bir rehber alıp hemen inişe geçiyorum. Bir saat daha burada kalmak
istemiyorum. Hedefim 3000 metrede ki Millenium kampı. İki saat demeden soğuktan
kurtuluyorum. Volkanik kayalar yerini bitki örtüsüne bıraktığında yüzüm gülmeye
başlıyor. Rehberim ile çoktan (ismini çoktan unuttum) yarı İngilizce yarı “tarzanca”
anlaşmaya başladık. Dağ başında bir birine bu kadar uzak insanların ne kadar
kolay anlaşabildiklerini yaşayarak idrakine varmak dağların öğrettiklerinden
diyebilirim. (Afrika insanını kültürünü ve de bende bıraktıklarını ayrı bir
hafta değerlendirmek istediğimi belirtip tırmanışa geri dönelim.)
Millenium
kampına vardığımızda bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Hemen çadır
içine girip dinlenmeye koyuldum. Artık çay keyfi yapmanın zamanı geldi doğrusu.
Oksijen oranının, sıcaklığın artması vücudumda inanılmaz bir rahatlamaya yol
açtı diyebilirim. Birkaç saatlik bir dinlenmenin ardından Kutay geliyor. Her ne
kadar rahatlasak ta keyfimiz yok. Akşam yemeğinin ardından erkenden yatıyoruz.
Kalp çarpıntım devam etse de umurumda değil.
Frank
ve otuz adamı kahvaltının ardından uğurlama törenini için yerel dilde şarkılar
söyleyip danslar ettiler. İnanılmaz bir deneyimdi. Ardından inişe geçiyoruz. Orman
içinde kadar güzel bir parkur ki, her yıl yirmi bine yakın kişinin buralara neden
geldiğini daha iyi anladım. Dört saatlik yürüyüşün ardından dağdan iniyoruz.
Sıcaklık çoktan otuz derecenin üzerine çıktı. Kurt gibi açız. Frank Afrika
insanının misafirperverliğini gösterip bize koyun kesmiş. Karınlarımızı tıka
basa doyurup vedalaşmanın ardından yola koyuluyoruz. Artık tek ihtiyacımız
otele gidip sıcak bir banyo yapmak.